Eğitim – öğretim yaparken, insanların doğasını- tabiatını- fıtratını bozmamalı. İnsanın doğasına uygun eğitim- öğretim yapmalı. İslam ahlakı, terbiyesi, edep, hayâ- ar- utanma duygusu kazandırmalı ki; yararlı, iyi, güzel, dürüst, değerli, olgun bir insan oluşsun. Aksi halde hem insanın doğası bozulur. Hem dünyanın düzeni, nizamı, intizamı, iklimi bozulur. Dünya yaşanılmaz hal- durum alır. Dünya yaşanılmaz olur!
1750 Sanayi devrimi ile hızla bozulmaya başlayan iklim, 1980 yıllarında kendini gösterdi. 2023 yılında da afet, felaketlerle iklim ilk defa farklı bir şekilde değişti. Son 200 yılın en etkili selleri, sıcaklıkları, kurallılıkları oldu!
Eğitim ve öğretim, ilmin gerçekleriyle, İslam dininin doğruluklarıyla, güzel ahlak, edep ve hayâ duygusu kazandırarak yapılmalı. Bilgi öğretiyorum, diye; saçma sapan, sapkın sapıklıklar öğretilmemeli. Tüm eğitim- öğretim kanalları denetlenmeli ve kontrol altına alınmalı. Yalan, yanlış ve zararlıya asla fırsat, olanak tanımamalı.
Öğrencilere teorik bilgi verilip, kazandırma yapılırken, mutlaka pratiğe, uygulamaya, deneylere yer verilmeli. Verilmezse, yapılan bilgi, su üstüne yazılan yazı örneğindeki, gibi olur. Silinip, gider. Mutlaka uygulama yapılmalı. Sosyal medya kanalları, iletişim ve bilişim olanaklarını kullanmalı. Yapay zekâ, robotik teknoloji verilmeli. Eğitim kurumları; etkin, aktif, etkili, yetkin kullanılmalı. Gezme, gezi, gözlem, inceleme, araştırma- geliştirme de mutlaka yapılmalı. Dünya izlenmeli.
Yenilikçi olmalı. Dünyanın gelişimin ardında asla kalmamalı. İlkel, geri duruma düşmemeli. İlk yenilikçi biz olmalıyız. Denenmiş yollardan hareket ederek, yeniliği yenilemeli. Yenilenmeyen geri kalır. Değişmeyen eski, yıpranmış olur. Heyecan ile stratejik plan proje ile değişim ve yeniliği yapmalı. Yapıcı olmalı. Olumlu işler yapmalı. Bilimi ve teknolojiyi en üst düzeyde kullanmalı. Teknoloji üretip, geliştirmeli. Tasarım ve AR- GE geliştirmeli. Girişimci olmalı. İlk yapan biz olmalıyız. Yarına öncelik yapmalıyız. Bizler bu yeniliği, değişimi 8. Yüzyıldan 17. Yüzyıla kadar Müslümanlar olarak yaptık. Ama Müslümanlığı hafife alınca, gerilemeye başladık.
Ülkemizde AR- GE ile yenilik, değişim, bilim üretme, bilimi teknolojide kullanmaya ancak 2010 yılında başladık. Teknolojik üretimler yapmaya başladık. Daha öncede teknolojik gelişimler yapıldı. Ama bunlar karanlık siyasiler tarafından hep engellendi. Özellikle Savunma sanayimiz hep içteki siyasi hainler ve dıştaki emperyalist, Siyonist düşmanlar tarafından engellendi. Azimli Müslümanlar laiklik, sekülerlik anlayışı ile devlete sokulmamış, alınmamıştı. Bunu yapanlar, devleti emperyalistlere yok ettirme girişiminde bulundular. Bunlar aynı zamanda anarşi, şiddet, terör, sapıklık sapkınlık üretenlerdi.
Müslümanlar, Müslümanım demenin dışında, sıfat taşımadıklarından, devleti zalim hainlere bırakmışlardı. Halk da bozulduğu için, bu emperyalist, mason kişilere devleti teslim etmişti. Bu iç ve dış hainlerin milletimize doğru ve gerçekleri göstermeyişleri sonucu oluştu.
Müslümanlar azimli, gayretli, iddialı, kendimize güvenilir, fark oluşturan, alametifarika olmalı. Fikirlerini doğru ve gerçek biçimde özgürce söylemeli. Sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmeli. İdeolojik sapkın görüşlere sahip olmamalı. Ham sofi, gösterişe, kıyafete dayalı sofi olmamalı. Araplar gibi entari giyip, sarık takıp, sokakta gezen bir kişinin, Kur’ân ve Latince okuma- yazma bile bilmediğini görünce, cehaletin boyutunu anlıyorum. Bu tarikatın dayatmasıdır. Bu komünistler, solcular gibi kullanmaya uygun tiptir. Bugün komünistleri kullanmayan emperyalist, Siyonist yoktur. 1991 yılına kadar komünist karanlık güçler kullandı. Şimdi Siyonist, emperyalist, kapitalist güçler kullanmaktadır.
Müslüman etkin, aktif, yetkin, mükemmel, çevik, sporcu, bilgi ve teknoloji ile donanımlı olmalı. Kötülüğü her yerde değiştiren olmalı. Kötülere fırsat, olanak asla tanımamalı. Başkaları tarafından kullanılan olmamalı. Değişimi amaç edinmeli. Yeniliği hedef etmeli. Gelişmelere hızlı uyum sağlamalı. Rekabette ezilmemeli.
İletişim, diyalog ile başkalarıyla samimi, yapıcı, olumlu, açık iletişim kurmalı. Kolektif çalışmalı. Kur’an ve sünnete aykırı işlerin içinde kesinlikle olmamalı. Birbirinden bilgi, beceri öğrenmeli.
Allah cc. Ayetinde mealen buyuruyor: “ Hakkında ayet bulunmayan işlerde, birbirinizle istişare ediniz. Yanı birbirinize danışınız. Ortak akıl kullanınız.”
Müslüman sürdürülebilir işler yapmalı. İbadetlerinden, işlerine, görevlerine kadar yaptığı hayırlı işler sürdürülebilir olmalı. Kendimize, bireye, topluma karşı görevlerimiz öğrenip, eksiksiz yapmalıyız. Bilimsel yaşarsanız, sağlıklı yaşarsınız. Ömrünüz de uzun olur, inşallah. Son 150 yıl içinde insan ömrü 2 kat artmıştır.
İnsanlara, hayvanlara, çevreye karşı görevlerimizi öğrenip, düzgün, iyi yapmalıyız. Cahil cühela çapulcu gibi hareket etmemeliyiz. Yaptığımız her yanlış işin bir kul hakkına girme, kul hakkına zarar verme olduğunu unutmamalıyız. Kul hakkına yaptığımız ibadetlerin sevabı da kâr, yarar sağlamaz.
Yaptığımız her iş en yararlı, en kaliteli, en verimli olmalıdır. Bilimsel ve teknik çalışmalıyız. Operasyonel kalitede olmalıyız. Verilere, bilgiye dayalı işler yapmalıyız. Daha iyisini, en iyisini yapmalıyız. Sürekli kendimizi geliştirerek, işimizi yapmalıyız. Kurumsal çalışmaya daha çok önem vermeliyiz.
Müşterilerimiz, çalışanlarımızı memnun etmeden görev, iş asla yapmamalıyız. İş paydaşlarımızla işbirliği, bilgi alışverişi yapmalıyız. Güvenilir olmalıyız. Güven vermediğimizde, bitmiş, tükenmiş oluruz.
İş güvenliği ve iş sağlığı konusunda eğitim vermeliyiz. Kontroller yapmalıyız. İnsan hayatını- yaşamını korumadan başarılı olmak mümkün değildir. Çevreci anlayışla iş yapmalıyız.
Ahlaksız, etiksiz, edepsiz, hayâsız, arsız, utanmazsız, ilimsiz, mesleksiz, sanatsız, işsiz, değersiz, kıymetsiz bir toplum oluşturmamalısınız. Bütün dünya bir araya gelse, başa çıkamazsınız. Osmanlı’da 130 yılı aşkın Celali isyanları oldu. Ayrıca 30’dan fazla büyük isyan, ayaklanma, kalkışma oldu. Türkiye cumhuriyeti döneminde de 50 ‘den fazla isyan, ayaklanma, kalkışma, darbe oldu. 1968 yılından günümüze devam eden, tam 65 yıl devam eden solcu komünist ve solcu bölücü terör devam etmektedir. Maliyeti devletimize, milletimize çok ağır oldu, oluyor. Eğer İslam dinine bağlı, bilimle donatılmış bir toplum yetişmesi yapılsaydı; hiçbir dert, musibet, anarşi, şiddet, terör olmazdı. İslam ve Müslüman düşmanlığı ile hareket edildiği için tüm beşeri, doğal afetler artarak devam etmektedir.
Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.”
Hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (sas) şöyle buyuruyor: “Kim Allah’ın dini en üstün olsun diye mücadele ederse, o kişi Allah yolundadır.
Ağustos ayı, şanlı tarihimizdeki, nice zaferlere şahitlik etmiştir. Her yıl bu ayda bizler, tarihimize damga vuran eşsiz zaferleri hatırlarız. 26 Ağustos 1071 tarihinde Anadolu’yu İslâm’a açan ve milletimize yurt kılan, Malazgirt Meydan Muharebesi’ni düşünürüz. 30 Ağustos Zaferiyle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni anarız.
Tarih boyunca bizleri zaferden zafere koşturan, bizlere sahip olduğumuz o muazzam ruhu kazandıran, “Din-i Mübin-i İslam’a olan bağlılığımızdır. O halde, ecdadımızın tarihe altın harflerle yazdığı zaferlerden biz müminlere düşen en önemli görev, aynı inanç ve teslimiyete sahip olmaktır. Allah’a sarsılmaz bir imanla bağlanmak, salih amel, güzel ahlak, sabır ve sebatla O’nun yolunda mücadele etmektir. İşte o zaman Allah’ın yardımı daima bizimle beraber olacaktır, inşallah. Ne vakit dara düşüp ” Allah’ın yardımı ne zaman?” diye yakarışta bulunsak, Yüce Rabbimizin, “Allah’ın yardımı yakındır,” müjdesiyle ruhlarımız sekinete erecektir.
Tarih bir milletin hafızasıdır. Sadece geçmişi değil, yarınlarının inşasıdır. İbret alma niyetiyle okunduğunda; tarih, milletlere bir pusula gibi yön gösterir, istikamet çizer. Tarihimizdeki, zaferler de, bizi biz yapan, millet yapan değerlere sahip çıkmayı öğütler. Huzur ve güven içinde yaşadığımız vatanımızı, canımızdan aziz bilmeyi öğretir. Varlığımızı Birliğimizi, kardeşliğimizi ve muhabbetimizi koruma bilinci aşılar. Aynı iman, aynı ruh ve aynı ideale sahip olduğumuz müddetçe, aşamayacağımız hiçbir engelin, kazanamayacağımız hiçbir mücadelenin olmadığını hatırlatırız.
Geçmişteki, zaferlerimizi anmak elbette değerlidir. Ecdadımızın hatırasını yaşamak ve gelecek nesillerimize aktarmak elbette kıymetlidir. Ancak bundan daha da önemli olan tarihimizin bize yüklediği sorumlulukların idrakinde olmaktır. Değerli milletimizin, İslam âleminin ve bütün insanlığın iyiliği, huzuru ve barışı için elimizden geleni yapmaktır. Maneviyatımızla birlikte, maddi sebepleri de seferber etmektir. Bilim, ekonomi ve teknoloji gibi alanlarda her türlü üstünlüğü elde etmek için var gücümüzle çalışmaktır. Ancak o zaman Allah’ın adını yeryüzüne hâkim kılabilir, hak ve hakikati, iyilik ve adaleti, şefkat ve merhameti dünyanın dört bir köşesine taşıyabiliriz. Şanlı ecdadımızın emanetine hakkıyla sahip çıkabiliriz.
Bu vesileyle Hz. Âdem (As.)’dan günümüze kadar Allah’ın dinini yüceltme uğruna canını feda eden aziz şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi bir kere daha rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyorum.
Peygamber Efendimiz (sas)’in müezzini olma şerefine nail olmuş; Bilâl-i Habeşî (ra) ile sahabenin önde gelenlerinden Ebu Zer (ra) bir defasında tartışmışlardı. Ebu Zer (ra), bu tartışma esnasında Hz. Bilâl’e; "Siyah kadının oğlu" demişti. Yaşanan bu hadiseden haberdar olan, Allah Resulü (sas), Ebu Zer’i şöyle uyardı: "Ebu Zer! Annesinin siyahi olmasından dolayı Bilâl’i küçümsüyor ve ayıplıyor musun? Demek ki, sen, kendisinde hala cahiliye izleri olan bir kimsesin."
Yüce dinimiz İslam’a göre dili, ırkı, rengi, cinsiyeti, mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun, her insan değerlidir, saygıya layıktır. İnsan, eşref-i mahlûkattır; haysiyetine yakışır bir şekilde yaşamayı hak etmektedir. Her insanın canı, malı ve onuru saygındır, dokunulmazdır. Takvamız yani Rabbimize karşı gelmekten sakınmamız, emirlerine itaat edip, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmamız dışında birbirimize üstünlüğümüz yoktur. Ayet-i kerimede Cenabı Hak, bu hakikati bizlere şöyle haber vermektedir:
"Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır."
Hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (sas) tüm insanlara şöyle seslenmektedir:
"Ey insanlar! Dikkat edin; Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Arap’ın, Arap olmayana, Arap olmayanın, Arap’a; beyazın siyaha, siyahın beyaza takva dışında bir üstünlüğü yoktur."
Bizler, insanların ayaklarına dolanan bir taşı bulunduğu yerden kaldırmayı imanın parçası gören, İslam medeniyetinin temsilcileriyiz. İnsanların onur ve saygınlığını ayaklar altına alacak, tutum ve davranışlar bize asla yakışmaz. Bizler, merhameti, adaleti, sevgiyi, saygıyı ve birlikte yaşama ahlakını dünyaya hâkim kılmış aziz bir milletin evlatlarıyız.
Ayrıştırmak, ötekileştirmek, dışlamak, hor görüp ayıplamak hayatımızın hiçbir alanında yer bulamaz. Bizler, nebevi ahlakı kuşanan Anadolu irfanının temsilcileriyiz. Rabbimizin nazargâhı olan bir kalbi kırmak, bir gönlü incitmek, Müslüman kimliğimizle asla bağdaşmaz.
Cenabı Hak Kur’an’da beş defa ; "Hiçbir bir günahkâr başkasının günahını yüklenmez," buyurmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’i kendisine rehber- kılavuz edinen bir mümin, suçun şahsiliği ilkesini unutmaz. Aile, etnik köken, inanç ve mezhep gibi aidiyetleri, kötülük işleyenle bir tutmaz. İşlenen suçu genelleştirerek, hiçbir masum cana kıymaz. Müslüman katil, katliamcı, haram işlemeyi alışkanlık eden, zalim olmaz. Zalimlerin cehenneme gideceğini bilir. Kul hakkıyla da cennete girilemeyeceğini, gidilemeyeceğini bilir. Allah cc. İsterse, kendine karşı işlenen günahları affeder ama kul hakkının af etme muhatabı; kuldur.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen, Peygamber Efendimiz (sas) bizleri şöyle uyarmaktadır:
"Birbirinize haset – kıskanma- çekememe etmeyin. Birbirinize sırtınızı dönmeyin. Birbirinize kin ve nefret beslemeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!"
O halde birbirimizin hak ve hukukuna saygı gösterelim. Farklılıklarımızı en büyük zenginliğimiz bilelim. Ülfet ve muhabbet bağıyla birbirimize bağlanalım. Alla cc. Ayetinde buyuruyor:
"Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin."
Ayetinde buyrulduğu üzere yıkıcı değil, yapıcı olalım. Ayrıştırıcı değil, birleştirici olalım.
"Sakın incitme bir canı, yıkarsın arş-ı Rahman’ı," hassasiyetiyle her insana, canlı cansız tüm varlıklara; sevgi ve şefkatle muamele edelim. Birlik ve beraberliğimizi, toplumsal barış ve huzurumuzu zedeleyecek; her türlü söz, tutum ve davranışla topyekûn mücadele edelim.
Unutmayalım ki, birlik, beraberlik ve kardeşliğimizi koruduğumuz müddetçe; aşamayacağımız hiçbir engel, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sıkıntı yoktur.” Bu yazımızda, Diyanet hutbelerinden yararlanılmış.”