Bugün yaşadığımız topraklar otuz kupona alınmadı. Uğrunda verilen mücadeleler ibretliktir. Uğrunda verilen mücadeleler ibretliktir.
Bir dönem Rize Baro başkanlığı görevinde de bulunmuş olan Avukat Enis Naci Kepenek’in Rize Kültür Dergisi’nin 1 Nisan 1958 tarihli 2. Sayısında Kurtuluş Münasebetiyle başlıklı yazısı bu anlamda artık tarihi bir vesika özelliğini taşımaktadır.
1332 yılı, Rize tarihinde kara ve uğursuz bir sahife teşkil ediyor. Her yıl bu heyecana döner, tatlı ve acı taraflarıyla ayni günleri yaşarız. Sultan Selim Muharebesinden çözülen mahdut kuvvetlerimiz, Kahir üstünlükteki düşman ordusu ile adım adım çarpışarak ve toprağın hakkı olan kanı bol bol vererek çekilmiş olduğundan güzel yurdumuz istilâya uğramıştı. Bu gelişme Rizeliyi baba mezarından, camisinden, toprağından, her şeyinden ayırıyordu. O günün acısını ağlayarak dile getiren Rizeli Kadın:
“Çocuklar dizi dizi / Terk ettik köyümüzü / Urus gözün kör olsun / Muhacir ettin bizi” diye inliyor, Yemen çöllerine, Balkan Muharebesine, Çanakkale, Kırım ve Hasankale ovalarına gömdüğü kocasının emaneti, toprakları terk etmenin acısına dayanamıyordu. Rizeli kadın için ölüm tabii ama esaret kabul edilemezdi. Kolundan tuttuğu şehit çocuğu ise, babasının intikamının alınacağından, bu yurdun kurtulacağından emindir. “Evin üstünde damlar / Yağmur yağınca damlar / Ana ne ağlayisun / Alinur intikamlar” diyordu...
Moskof kininin ve milli intikam duygusunun Rizeli çocukta iman halinde belirmesi kadar kuvvetli istikbal teminatı tasavvur edilir mi? Evet, beyaz minareli, şirin camilerden ezan ve sala sesleri yerine, bu mübarek topraklar üzerinde artık Moskof’un hoyrat ve iğrenç çizme şakırtıları duyulmaya başlamıştır. Yemen’den arta kalmış bir tek evlâdını, bir canavar açlığı ile melun midesine indiren uğursuz seferberlik, toprak ve bayrak aşkının ayağa kaldırdığı millî haysiyet ve iman kuvvetimizi gazaba getirmiştir. Moskof’un karşısında şehit oğlu ve şehit babası ile anasının teşkil eylediği bir halk ordusu vardır.
İki yıl sonra küstahça şehitler mirasına kirli ayaklarını basan sefil kuvvetler, halkımızın hücumundan kendisini kurtarmaktan aciz olarak çekiliyor. Batum’da Enver Paşa’nın adını duyunca irkilen harp görmemiş bir Rus Generalinin kumandasındaki istilâ ordusu, Taslıdere’de silâhsız halkın üstüne denizden ve karadan topçu atışı açmayı bir kahramanlık sayıyor ve fakat kazma ve baltanın önünden kaçmayı hiç de şerefsizlik addetmiyordu. İşte Rizeli Rize’ye böyle kavuşuyordu. Savaşa düğüne gider gibi kemençesiyle giden Rizeli, namus ve millet mücadelesinde nefsini istihkar eder, onun için gazilik süs, şehitlik saadet mertebesidir. Esir milletlerin hürriyetlerini feda ettikleri (ölüm) ile Rizeli alay etmesini bilir. “Çanakkale Boğazı / Bu yıl görmedim yazı / On dokuz kurşun yedim / Hem şehidim, hem gazi” diyen erkeklerin yurduna göz koyan ve ayak basan ancak Rize'deki çay tarlalarına leşini gübre olarak bırakır. Bu gün Kıbrıs’taki iltihabın içinde de mutlaka kızıl bir Rus eli vardır ve dün kedi eti ile beslenen nankör palikaryaları ateşle oynatan Makaryoslar, emperyalizmin gölgeleridir.
2 Mart’ı idrak ederken miraslarının hakkı ile korunacağına dair millî andımızı tekrarlarız. Kurtuluş ruhunu yarınlara aktarmak her Rizeli’nin görevidir. Kurtuluşa dil uzatmak Cumhuriyete, ataya, vatana dil uzatmaktır. Bir hemşerimizin ifade ettiği gibi: Rus’a gayz, Rus’a nefret, Rus’a kin beslemeli,
Ruslar, Türk’ün en korkunç düşmanıdır bilmeli.