Ebeveynlik dediğin, modern zamanın en popüler maratonu! Start çizgisi bebek beziyle başlıyor, bitiş çizgisi…
Eh, oraya henüz ulaşan yok! Hep koşuyoruz; ama garip olan şu ki nereye koştuğumuzu bilen yok. Çocuğun peşinden mi? Yoksa kendi hayallerimizin arkasından mı?
Mesela bizim Kutay… Daha dört yaşındayken başladı “hayatın anlamını” sorgulamaya. Yemek yedirmek için bir hafta kıvrandık. Çocuğun ağzına lokmayı koyuyoruz, çiğnemesi bir haftayı buluyor! Son çare, anaokuluna verdik. Öğretmeni, pedagog edasıyla sormuş:
– Kutay, neden yemek yemiyorsun?
Kutay bir süre düşünmüş, sonra bombayı patlatmış:
– Eğer yemek yersem büyürüm. Büyürsem babam da büyür. Ama o zaman babam yaşlanır ve ölür. Yemek yememek en iyisi!
Bak sen çocuğun dehasına! Freud sağ olsa, gelir Kutay’ı yanına asistan alırdı. Ama biz şaşkın anne-baba olarak başladık feryada: “Bu çocuk neden böyle?”
Kutay büyüdü, lise çağına geldi. Bu kez başka dertler:
– Ders çalışsana biraz! Komşunun çocuğu tıp kazandı, sen hâlâ oturuyorsun!
Kutay bakıyor, bir şey demiyor. Biz devam ediyoruz:
– Çalışmazsan sanayiye veririm seni! Tornavida tutmayı öğren bari!
Sonunda sınava girdi. Çıktı. Netice? Boş kâğıt! Şok içindeyiz. Sorduk:
– Oğlum, bu ne rezalet?
Kutay omuzlarını silkip dedi ki:
– Eğer sınavı kazanıp sizin istediğiniz yeri kazansaydım, hep sizin hayallerinizi yaşamak zorunda kalacaktım. Bu, benim protestom!
Ne diyeyim? Bir yandan haklı, bir yandan çıldırtıcı. Rüyanızda bir yerlere koşmak ister de yerinizden kıpırdayamazsınız ya… Biz de çocuk yetiştirmekte aynı yerdeyiz. Olmayan bir hedefe doğru var gücümüzle koşuyoruz.
Bir de geçenlerde bir İmam arkadaşım ziyaretime geldi. Ama o eski neşesinden eser yok, omuzları çökmüş, gözlerinde bir hüzün... Hal hatır sordum, "Nasılsın?" dedim.
Bir iç çekti, "Ah, müdürüm, hiç sorma," dedi ve başladı anlatmaya.
"Bizim oğlanı bilirsin," dedi. "Küçükken sıbyan mektebine verdik. Hafız oldu, imam hatipte de başarılıydı. Herkes parmakla gösterirdi, maşallah. Sonra tıp fakültesini kazandı, dereceyle bitirdi, üstüne bir de uzmanlık yaptı. Dedim ki, işte ailemizin gururu, elhamdülillah. Ama geçenlerde eve geldi… Annesi günlerce hazırlık yaptı; en sevdiği yemekleri yaptı. Heyecandan uyuyamadık gece boyu. Neyse, geldi işte… Ama sanki bizim çocuk değil, başka birisi gelmiş. Tipi değişmiş, kıyafeti değişmiş. Sohbet ederken bir ara, 'Baba,' dedi. 'Ben artık senin inandıklarına inanmıyorum. Dediği an dünya başıma yıkıldı.
Yıllardır namaz kıldırdığım şu omuzlar var ya, müdürüm, işte onların altından yer kaydı sanki. Ne diyeyim? Ellerimi semaya açtım, 'Rabbim, bu nasıl bir imtihandır!' dedim. Biz nerede yanlış yaptık?”
Sustu bir an. Sonra birden sesini yükseltti, "Söylesene müdürüm, bu nasıl bir şeydir? Biz nerede hata yaptık?"
Ona baktım, omuzları daha da çökmüştü. "Hocam," dedim, "Her insan kendi yolunun yolcusudur bu dünyada. Ama sen bugüne kadar kendi hayallerini çocuğunun sırtına yükledin. Belki o da şimdi kendi hayallerini bulmaya çalışıyordur."
Bir an yüzüme baktı, sonra başını önüne eğdi. Sanki bir ömürlük dualar ve hayaller o eğilen başında saklanmış gibiydi. Selam vererek kalktı, gitti.
Ve ben de düşündüm; her hayalin bir bedeli var bu dünyada. Kimisi çocuklarını kendi hayallerinin kurbanı yapar, kimisi de hayallerini çocuklarının...
Biz ebeveynler, çocuklarımızı kendi hayallerimize koşmaya zorluyoruz. Ama onlar kendi yolculuklarını yapmak istiyor.
Sevgili ebeveynler, koşmayı bırakın. Bir durun. Ve çocuklarınızın gözlerinden bakmayı deneyin. Yoksa varacağınız yer hep hüsran olur.