21 Şubat 2013 tarihinde aramızdan ayrılan Süleyman Kazmaz, kalemin yüreğini Rize’ye Rize kültürüne adamıştı. Kazmaz’ın ilk şiiri Rize Vilayet Gazetesinde 6 Ağustos 1931 tarihinde Süleyman imzasıyla yayınlanır. Küçük Süleyman, o zaman Rize Orta Mektebin 197 numaralı talebesidir. Bu şiirle yayın dünyasına merhaba diyen ve halk kültürü araştırmalarını aralıksız sürdüren Kazmaz, zaman içerisinde 41 kitap, yüzlerce makale, araştırma ve derlemeye imza atarak ülkemizin sanatını, kültürünü, güzelliklerini ve gerçek değerlerini dünyaya tanıtır. Her anında yeni bir eserin heyecanı ve paylaşma arzusu vardı.
Talebem parlak bir istikbale namzettir
1931-36 yılları arasında Rize Orta Mektebinde Türkçe öğretmeni olarak görev yapan Rize sevdalısı, Kalkandere Yurtman ailesinin eniştesi olan Ordulu Edebiyatçı Sıtkı Can, Ordu Halkevi tarafından 1940 yılında yayınlanan “Rize Şairleri” isimli kitabında Kazmaz’dan şöyle söz ediyor: “Süleyman Kazmaz, içli bir gençtir. Bazı noktalarda kendisini irşat ederdim. Dergilerde yazılarını okudukça hevesinin hızlandığını görüyorum. Kendisinde gittikçe derinleşen bir seziş var. Kültürü yerinde bu hassas talebem parlak bir istikbale namzettir.”
Eserleriyle gönüllerde yaşayacak
Kazmaz’ın eserleri, kültürüyle ilgili yayınlanmış çalışmalar yönünden çok da şanslı olmayan Rize için büyük bir kazançtır. O geride iz ve Rize Halk Şairleri (1976), Rize Halk Şairleri ve Halk Kültürü (1992), Rize Yemekleri ve Yemek Kültürü (1992), Çayeli Halk Şairleri (1993), Çayeli’nde Geçmiş Günler ve Halk Kültürü (1994), Beyazsu -Bir Köy Araştırması (1994), Milli Mücadelede İpsiz Recep ve Rize Gönüllüler (1996), Kestane Karası – Hikayeler (1998), Rize Çayeli Halk Kültürü Araştırmaları –1 (1998), Rize Çayeli Halk Kültürü Araştırmaları –2 (2001), Rize Çayeli Halk Kültürü Araştırmaları –3 (2003), Kazmaz Ailesinden Hatıralar (2004), Rize Çayeli Halk Kültürü Araştırmaları 3 (2003), Millî Mücadele’de İpsiz Recep ve Rizeli Gönüllüler 2. Baskı) (2008) ve Rize-Çayeli Hatıraları (2010) isimlerini taşıyan Rize konulu 15 kitap bırakmıştır
Rize tarihine bu denli büyük katkılar sağlayan bu bilge çınarı hayatı ve eserleri hakkında konuşmak üzere Ankara Kızılay Moda Çarşısı’nda bulunan bürosunda 20 Mart 2006 tarihinde ziyaret etmiş, Rize çalışmaları üzerine uzun uzun konuşmuştuk.
Ecdadımız Cafer Paşa ile birlikte Cafer Paşa köyüne gelmiş
Konuya başlamadan önce bize Kazmaz ailesinin tarihiyle ilgili biraz bilgi verebilir misiniz?
Biz Çayeli’nin Beyazsu köyündeniz. Asıl köken Caferpaşa köyü. Bizim ecdadımızdan ismini tespit edebildiğimiz en eski şahıs Ahmet, Cafer Paşa ile birlikte Cafer Paşa köyüne gelmiş. Bunu dedemin el yazısıyla yazdığı bir Kuran’ı Kerim’den öğreniyoruz. Orada ecdadımızı Ahmet’ten itibaren yazar. Cafer Paşa, orada bir cami yaptırdı ve Ahmet’i de imam olarak bıraktı. Bir müddet orada kalan Ahmet, evinin yıkılması üzerine Beyaszu köyüne geldi. Babamın dedesi Hacı Osman Efendi oradan Çayeli’ne geçti. Tepede Hamdi Efendinin evine yerleşti. Çocuklar orada yetişti. İki kardeşten Hacı Hafız Efendi İstanbul’a gitti. Benim dedem Hacı Mustafa Efendi ise Çayeli’nde kaldı ve kıyıdaki evi yaptırdı. Babamı o evde evlendirdi, biz de o evde yetiştik. 1960’ta evlendim. Eşim Ispartalıdır. Ev hanımıdır. Oğlum Osman Cem, yüksek inşaat mühendisidir. Gelinim Ebru, torunum Doğa Kazmaz’dır.
Kuvay-ı Milliye Beyannamesi’ni ilk defa Çayeli’nde babam okudu
Çayeli’nde Kuvay-ı Milliye Beyannamesini okuyan ilk kişi babanızmış. Ondan biraz bahseder misiniz?
Babam hâkimdi. Ayrıca Medrese mezunuydu. Edirne Medresesinde Müderrislik payesi almıştı. Bir müddet İttihat Terakki’ye katılmıştı ve Mithat Paşayı severdi. Hatta şöyle bir hatırası vardır: Babam, Mithat Paşanın kitabını her açtığında gözleri yaşarırdı. “O Mithat boğdular seni” derdi. Çünkü Abdülhamit, Mithat Paşa’yı özel mahkemede önce idama mahkûm etmiş, sonra cezasını kendisi sürgüne çevirmiş, fakat sürgünde boğdurmuştur. Babam Kuvay-ı Milliye Beyannamesi’ni ilk defa Çayeli Camii’nde o okudu. Bu onun eseridir. Babam Çayeli’nden hiç kopmadı. Orda Naiblik, Hakimlik yaptı. Bir süre Oltu’ya gitti. Sonra yine Çayeli’nde çalıştı ve ondan sonraki hayatını tamamen Çayeli’nde geçirdi.
O zamanlar Rize’ye gidip okumak bir hayli mesele idi
Doğumunuz ülkenin zor dönemlerine rastlıyor. Çocukluğunuzdan benliğinizde kalan hatıralardan söz eder misiniz?
Doğum tarihim nüfusta 1915 ama aslında 1916 doğumluyum. Çünkü ben annemin söylediğine göre Ruslar geldikten sonra doğmuşum. Ruslar, 1916’da Rize’ye geldiler. Evvela Mahalle Mektebine gittim. Rize’deki Kale Camiinde okudum. Şairler köyündeki mahalle mektebinde hatırladığım bir hocamız vardı: Yelkenci Ali Efendi. Ondan sonra ilkokula başladım. İlkokulda bizim hocamız Şevki Bey’di. Beşinci sınıfta Sadık Bey ve Sıtkı Bey geldi. İlkokulu 1929 yılında, Çayeli İlkokulunda bitirdim. O zamanlar Rize’ye gidip okumak bir hayli mesele. Bu yüzden bir sene ara verdim. O bir sene arzuhalci Bayraktar Hafız İsmail Efendinin yanında çıraklık yaptım. Ondan sonra da Belediyede katip olarak çalıştım.
“Aha Süleyman al onu yanına “
Çayeli Belediyesi’nde mi çalıştınız daha o yaşlarda?
Çayeli Belediye Reisi o zamanlar Hacı Maksut Efendi idi. Bir gün belediyeye gittim. Hacı Maksut Efendi ile Hacı Hafız İsmail Efendi oturuyorlar. İçeri girdim. Baktım Hacı İsmail Hakkı Bayraktar, Belediye reisine dert yanıyor. “Bu işlerin üstesinden gelemiyorum ne edeyim?” diye. Maksut Efendi de beni göstererek “Aha Süleyman al onu yanına” der. Böylelikle Çayeli Belediyesi’ne, o zamanki deyimiyle, mülâzım olarak girdim. Belediyenin yazı işlerinde çalışmaya başladım. Daima rahmetle andığım Belediye Kâtibi Hafız İsmail Hakkı Bayraktar, Belediye’nin yazı işlerini yürütmek üzere beni yardımcı olarak yanına aldı; birlikte Belediye’nin yazı işlerini görürdük. Aynı zamanda dilekçe yazardık. Vatandaşların başvurusu üzerine resmî makamlara verecekleri dilekçeleri hazırlardık. Bu da özel olarak yaptığımız bir işti. Bunları da yine ustam İsmail Hakkı Bayraktar bana yazdırırdı. Kaleme aldığım dilekçelerin bir örneğini saklardım, cebimde bir tomar dilekçe müsveddesi taşırdım. Yalnız olduğum zamanlarda gelen iş sahiplerinin dilekçelerini müsveddelerden en uygun olanına bakarak hazırlar, arzuhalcilik yapardım. O zamanlarda yaşım 14-15. Arzuhal başına 5 ya da 7 buçuk kuruş, para da kazanmaya başladım. Bir gün gurbetten biri geldi İstanbul’dan. Bir dilekçe yazdırdı, bana 25 kuruş verdi. O zaman bu para en yüksek paraydı ve kalın olduğu için de “Manda gözü” derlerdi. Bir sene böyle geçti.
Ortaokulu bitirdiğim zaman Fransızcadan hikâye tercüme ettim
Rize Orta Okuluna kaydoluyorsunuz. O dönem eğitimciler nasıldı?
İkinci sene Rize Ortaokuluna kaydoldum. O zaman pansiyon yok. Rize’de halam vardı, onda kalıyordum. Ortaokul, tepede Maksut Paşa konağında eğitim veriyordu. Şimdi orası Kız Enstitüsü sanırım. Ahşaptı. Bahçesi vardı. Hocalarımdan hatırladığım: İsmail Oğuz Bey, Türkçe öğretmeni Sıtkı Can Bey, tarih öğretmeni Enver Kalender Bey, jimnastik öğretmeni Mahmut Bey, tabiye öğretmeni Muhittin Bey, Fransızca öğretmeni Arif Bey ve ilk hocamız Yusuf Cemil Bey çok değerli eğitimcilerdi. Fransızcayı ben Arif Bey sayesinde öğrendim. Düşünün ortaokulu bitirdiğim zaman Fransızcadan hikâye tercüme ettim. Bu, Arif Bey sayesinde oldu. Çok disiplinliydi, çok iyi öğretirdi. Ben o Fransızca ile Gazi Enstitüsü’nü bitirip öğretmen olduğumda devlet yabancı dil imtihanına girdim. İmtihanı kazandım. Ondan sonra kitap tercüme ettim.
Yazı hayatım ortaokulda başladı
Yazım dünyasıyla ne zaman tanıştınız?
Evet. Yazı hayatım ortaokulda başladı. Sıtkı Bey ve Oğuz Bey şiirlerimi Rize Vilayet Gazetesine koyarlardı. Orta Mektepten 1933 yılında mezun oldum. Aynı yılın son baharında Trabzon Lisesi’ne kaydoldum. O zaman Trabzon’da para ile okumak büyük mesele. Bir müddet bir akrabanın yanında kaldım. Ondan sonra öğretmen okulu imtihanına girip kazandım ve Trabzon Öğretmen Okuluna geçtim.
Sabaha kadar motorda tahtanın üzerinde yattık
O zamanın Trabzon’unda ve Rize’sinde sosyal hayat nasıldı?
Yokluk dünyası. Yollar berbat. Rize’den Trabzon’a ilk yolculuğum bir gün sürdü. Öğleye kadar Of’a gittik. Öğle yemeğini orada yedik. Ondan sonra akşam da Trabzon’a geçtik. Eskiden en iyi vasıta kamyonlardı. Arkasına tahta sıralar koyarlardı, orada seyahat ederdik. Bir de motorla gelirdik. Ben bir tarihte; 29 Ekim’de Rize’ye geleceğim. Vasıta yok. Otomobil zaten yok. Limana indim. Bir motor var. Motora bindim. Yağmur geldi. Kaptan beni kamarasına koydu. Orada mazot dumanından duramadım. Aman dedim kaptan ben buradan çıkayım. Kaptan beni yanına aldı. Sabaha kadar yağmur sırtımızdan geçti. Bir battaniye örttü sırtımıza ama sabahleyin Rize’ye indiğimizde sırılsıklam ıslanmıştık. Bir müddet sonra Trabzon’a gideceğiz. Rize’den çıktık hava güzel. Paşa Limanı diye bir bölgeye geldik. Motor gidemiyor, fırtına başladı. Motoru kenara çektiler bekledik. Ne zaman kalkacak belli değil. Bir saat iki saat geçti, deniz sakinleşti. Tekrar motora bindik. Sabaha kadar motorda tahtanın üzerinde yattık. Sabahleyin Trabzon’a çıktık. İkinci sınıfa geçtiğim 1934-35 öğretim yılında Trabzon Öğretmen Okulu İstanbul’a nakledildi. Haydarpaşa Lisesi binasının bir kısmını öğretmen okuluna tahsis ettiler. İki sene orada okudum.
Okulda isyan çıkardık
Burada Son Posta Gazetesine yayınlanan maceranız var. Anlatır mısınız?
İkinci senenin sonunda okulda isyan çıkardık. Yemeklerimiz iyi değil, yatakhanemiz kötü diye. İki arkadaşımız öldü. Vay sıra bize geldi diye bir grup arkadaşla kalktık gittik gazetelere. Derdimizi anlatmaya. Zannederim Cumhuriyet gazetesiydi. “Bakın son sınıfa gelmişsiniz, okuyun” dediler. “Niye isyan ettiniz. Orada isyan çıkmıştı onları kovdular sizi de kovarlar” diye nasihat ettiler. Çıktık. Son posta gazetesine gittik. Yazı işleri müdürü bizim söylediklerimizi “Doğruysa çok yazık” diye madde madde sıraladı. Yemeklerimiz iyi değil, yatakhane garaj gibi, bakmıyorlar bize, iki arkadaşımız öldü dedik, hepsini yazdı. Ertesi gün Kadıköy’de arkadaşlarımızın cenazesi vardı. Ölüm sebebi hastalıktı. Ama aslında biz okulda o zamana kadar görmediğimiz karyolayı gördük. Benim portatif bir karyolam cardı. Cenazede Son Posta gazetesini alan müdürle muavin yazıyı gördüler. Biz katiyen söylemeyeceğiz diye karar aldık. Müfettiş geldi. Bizi tek tek sorguya çekti. Bizim haberimiz yok diye güya inkar edeceğiz. Nasihat etti. Bülbül gibi anlattık, doğruyu söyledik. Fransızca hocamız Yusuf Cemil, “Bunlar son sınıfa geldi, kovmayalım” diye şefaat etti ve 1936’nın Nisan’ında bizi Edirne’ye naklettiler. Delikanlılık heyecanı tabii, yoksa bir şey yaptığımız yok ama o zamanın şartlarında bir talebenin gazeteye gitmesi önemli bir şey. Bu macera da böyle geçti.
Hem avukatlık hem öğretmenlik yaptım
Öğrencilikten sonra askerlik ve çalışma hayatınız...
1936 yılında sonra askere gittim. Askerliğimin öğrencilik dönemi Halıcıoğlu’nda yedek subay okulunda geçti. Subaylığımı Trabzon’da yaptım. Sonra da Gazi Eğitim Enstitüsü imtihanına girdim. Kazandım ve Ankara’ya geldim. Çayeli’nin Çukurhoca köyüne tayin edildim. Gitmek için 8 saat yol yürüyeceksin. Enstitüyü bitirdim ve köye gidip ilkokul öğretmenliği yapmadım. Ankara’ya Bölge Sanat Okuluna tayin ettiler. O tarihte Dil Fakültesi Felsefe şubesine devam ettim ve bitirdim. Birtakım güçlükler oldu. Üniversiteyi bitiremedim. Olmadı. Doktora yapmak istedim, olmadı. Fransa’ya gitmek istedim, felsefe doktorası yapayım diye o da olmadı. Onun üzerine 1946 yılında Hukuk Fakültesine girdim. 1950 yılında mezun oldum. Sonra avukatlık stajını yaptım.1964 yılına kadar hem avukatlık hem öğretmenlik yaptım. Ticaret Yüksek Öğretmen Okulunda hoca iken okulu kaldırdılar. Ben de emekliliğimi istedim ve 1969’da emekli oldum. Ondan sonra avukatlığa devam ettim.
Ahmet Kutsi Tecer hocamdı
Bu arada yazı hayatınız nasıl gidiyordu?
Çok değerli kültür adamı Ahmet Kutsi Tecer bizim hocamızdı. Ankara Halkevi bir yarışma açmıştı. Memleket hikâyeleri diye. Ben de iştirak ettim. Hikâyem Kaptanpaşa yolunda geçen tam bir memleket hikâyesi idi. Halkevi, hem küçük memleket hikayeleri diye bir kitap bastırdı, hem de ben Kestanekarası diye hikayelerimi bir araya topladım, orada neşrettim. Kutsi Bey, o hikaye ile tanıdı beni. Ankara’ya onun sayesinde tayin edildim. Ondan sonra bir asistan gibi yanında bulundurdu. 1940 yılının sonbaharında Anadili diye bir mecmua çıkaracaktık. Programını yaptık. Hatta bu iş için seyahate çıktım. Arkadaşlara bu mecmua için haber verdim. Konya’da Cevdet Ekemen, Erzincan’da Sıtkı Butman vardı. O sene döndüm askere alındım. Sarıkamış’a gittim. Kutsi Bey bana kendi köy temsillerini verdi ve orada araştırma yapmamı istedi. Orada 14 ay zarfında boş zamanlarımı tamamen köylerde geçirdim. Allahüekber dağlarını dolaştım. Bölgede halk kültürü ile ilgili bilgi toplarken köylüyle konuşuyoruz. Bir akşam “İsmail koyun çıkaracak” dediler. Bu tabiri ilk defa duyuyordum. Baktım orada köy temsili veriyorlar. Ben de köy tiyatrosu olarak metinleri topladım. Oradan bir hayli malzeme ile döndüm. Sonra bunlar “Sarıkamış’ta Köy Geceleri” diye çıktı. 600 sayfalık bir kitap. 1951-57 yılları arasında Ankara Radyosu’nda “Köyün Saati”’nde, 1957-60 yıllarında “Eğitim Saati”’nde konuşmalar yaptım. Arkadaşlarım Cevdet Ekemen ve Adil Kısagün ile 1943 yılında Ankara’da”Kök” adlı bir dergi çıkardık. Daha başka hatırlar da var onları da bastıracağım. Ondan sonra İstanbul’a döndüm. Kutsi Bey, Ülkü mecmuasını çıkarıyordu. Ülkü’de bunlar tefrika edildi. Bu arada Ülkü’de Rize halk kültürüne girdim.
Ağırlığı halk kültürüne verdim
Halk Kültürü ile ilgili yayınlara ağırlık veriyorsunuz...
Ben Kutsi Bey’in terkibinden itibaren büyük ölçüde romana ve şiire yöneldim. Altı tane roman neşrettim. Bunların dört tanesi kitaplaştı: “Seninle”, “Çifte Çamlık”, “Aşka Dönüş” ve “Ağaç Meyve Verince” İki roman da tefrika halinde çıktı. “Hayaller ve Hakikatler” ve “Çalışan Kızlar”. Bu arada denemelerim var: “İnsanca Bir Dünya” ve Atatürk fikriyatı etrafındaki bir deneme olan “Yeni Bir Güneş”. Üçüncüsü “Halk Kültürü Ürünlerinde Telif Hakkı”. Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı’nı kurduktan sonra bilhassa ağırlığı halk kültürüne verdim. Sarıkamış halk kültürü ve Rize halk kültürü üzerine şimdiye kadar on tane kitap neşrettim. İlk kitap “Rize Halk Şairleri”. Rize hakkındaki ilk yazıların Ülkü’deki makalelerdir. Bunlar Rize’deki aile hayatını, çayı konu alır.
Aldığım Ödül ve Plâketler
Peki, insanlar üretimlerinizi nasıl karşılıyor. Aldığınız ödüller nelerdir?
Hiçbir zaman insanların takdiri ön plana tutarak bir çalışmaya başlamadım. Mühim olan yaptığınız işin içinize sinmesi ve topluma faydalı olmasıdır. Yaptığınız bu hoş işleri, boş işler olarak görenler olabilir. Haksızlıklar, hazımsızlıklara aldırmayacaksın. Yoluna bakacaksın. Bütün bunları yaparken ödüllendirilmek, insanın üretimini heyecanını artırır. 1939 yılında Ankara Halkevi’nden Memleket Küçük Hikâyeleri yarışmasında “Soğuksu Hikâyesi” ile 100 lira para ödülü aldım. Ayrıca Çayeli Derneği’nden 2, Ankara Barosundan 30. ve 50. hizmet yılları için 2, Ankara Hukuk Fakültesi, Karabük İl Millî Eğitim Müdürlüğü ve Rize’nin En’leri ile çeşitli plâketler aldım. (TC Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu tarafından verilen ve Bilim semamızın yıldızları olarak adlandırılan Türkiye’de on iki bilim adamına verilen onur ödülüne layık görüldü 13 Eylül 2007)
Yaşarken Armağan kitapla ödüllendirilmişti
Süleyman Kazmaz için 2009 yılında Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı tarafından armağan kitap hazırlandı. Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı yayınları arasında çıkan ‘Süleyman Kazmaz’a Armağan’ kitabını Kamil Toygar ve Nimet Berkok Toygar birlikte hazırladı. 566 sayfadan oluşan kitap dört ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümde Süleyman Kazmaz’ın hayatı ve eserleri anlatılıyor. İkinci bölümde ailesi ve dostlarının kaleminden Süleyman Kazmaz anlatılıyor. Bu başlık altında eşi Muazzez Kazmaz, Prof. Dr. Şükrü Elçin, Prof. Dr. Adnan Turani, Avukat Halil H. Makaracı, Oktay Emet, Cihan Yamakoğlu, Veysel Atacan, Avukat Sebahattin Bilge ve Sabri Bayraktar’ın yazıları yer alıyor. Üçüncü bölümde halk kültürü üzerine hazırlanmış ve Süleyman Kazmaz’a armağan edilmiş makalelere yer veriliyor. Dördüncü bölümde ise Süleyman Kazmaz’ın kendi makalelerinden seçmeler yer alıyor.
Kitabı yayına hazırlayan Kamil Toygar ve Nimet Berkok Toygar, kitabın önsözünde çalışmanın Süleyman Kazmaz’ın yazı hayatının 78. yıldönümü nedeniyle hazırlandığını belirterek şunları söylüyordu: ‘Cumhuriyet dönemi fikir ve sanat hayatında önemli bir yere sahip Avukat Süleyman Kazmaz, kültür ve sanat hayatımızda çok cepheli yönleriyle temayüz etmiş aydın bir araştırmacı yazardır.”
Geride ölümsüz eserler bıraktı.
Düşün adamı, Rize sevdalısı Yazar Süleyman Kazmaz 21 Şubat 2013 tarihinde, ardında ölümsüz eserler bırakarak aramızdan ayrıldı. 22 Şubat 2013 Cuma günü çok sevdiği Çayeli’nde toprağa verildi.
Süleyman Kazmaz’ın Eserleri
1. Okuma ve Yurt Bilgisi (Ders Kitabı), Ankara, 1944.
2. Seninle (Roman), Ankara, 1944.
3. Sanatta Ritimler ve Kanunlar (Fransızcadan Çeviri), Ankara, 1945.
4. Çıldırlı Aşık İlyas Anlatıyor (Halk Edebiyatı alanında bir inceleme), Ankara, 1946.
5. Köy Tiyatrosu (İnceleme ve Köy tiyatrosu metinler), Ankara, 1950.
6. Çalışan Kızlar (Roman, tefrika), Ankara, 1955.
7. Köylü ile Baş başa (Ankara Radyosu’nda, Köyün Saati’nde yapılan konuşmalar), Ankara, 1955.
8. Hayaller ve Hakikatler (Roman, tefrika), Ankara, 1959.
9. Yarının İnsanları (Okul piyesi), Ankara, 1961.
10. Türkçe II. (Ders Notları), Ankara, 1963.
11. Çifteçamlık (Roman), Ankara, 1968.
12. İnsanca Bir Dünya (Deneme)
13. Rize Halk Şairleri (Halk kültürü alanında araştırma), Ankara, 1976.
14. Ağaç Meyve Verince (Roman), Ankara, 1978.
15. Yeni bir güneş (Deneme), Ankara, 1982.
16. Rize Halk Şairleri ve Halk Kültürü (Halk kültürü alanında araştırma), Ankara, 1987.
17. Halk Kültürü Ürünlerinde Telif Hakkı, Ankara, 1990.
18. Rize Yemekleri ve Yemek Kültürü (Halk kültürü alanında araştırma), Ankara, 1992.
19. Çayeli Halk Şairleri (Halk kültürü alanında araştırma), Ankara, 1992.
20. Aşka Dönüş (Roman), Ankara, 1994.
21. Çayeli-Geçmiş Günler ve Halk Kültürü (Halk Kültürü alanında araştırma), Ankara, 1994.
22. Beyazsu Köyü (Bir köy araştırması), Ankara, 1994.
23. Sarıkamış’ta Köy Gezileri (Atatürk Kültür Merkezi Yayını), Ankara, 1955.
24. Millî Mücadele’de İpsiz Recep ve Rizeli Gönüllüler, Ankara,1996.
25. Kastamonu, Geçmiş Günler ve Küçük Sanat Hayatı, Ankara,1997.
26. Atatürk’ün İstediği Medeniyetin Işıkları, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1997.
27. Kestanekarası, Hikâyeler, Ankara, 1998.
28. Rize-Çayeli Halk Kültürü Araştırmaları I, Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayını, Ankara, 1998.
29. Kutadgu Bilig, Kutadgu Bilig Özerine Hukukî Bir İnceleme, Ankara, 2000
30. Barla, Geçmiş Günler ve Halk Kültürü, Ankara, 2000.
31. Rize-Çayeli Halk Kültürü Araştırmaları II, (Küçük Sanat Hayatı), Ankara, 2001.
32. Batı Kavramı, Ankara, 2001.
33. Biz ve Onlar (Dış Geziler ve Düşünceler), Ankara, 2002.
34. Rize-Çayeli Halk Kültürü Araştırmaları III, Ankara, 2003.
35. Kazmaz Ailesinden Hatıralar, Ankara, 2004.
36. Dış Geziler, Ankara, 2006.
37. Bir Alaya Üç Kahraman, Ankara, 2008.
38. Ahmet Kutsi Tecer, Hayatı ve Eserleri, Ankara, 2008.
39. Risaleler-Manzumeler ve Faydalı Bilgiler Mecmuası Derleyen Kazmazzade Mustafa Efendi, Ankara, 2008.
40. İki Dünya Arasında, Ankara, 2009.
41. Rize-Çayeli Hatıraları I, Ankara, 2010.
Yeşil Rize
Ey Karadeniz’in şirin beldesi;
Dağıttın kalbimden kederi, yesi.
Bir ninni okuyor sana her zaman
Önünde çırpınan denizin sesi.
Uzanmış kolların engine doğru,
Dumanlı dağların her gün bulutlu.
Sularla öpüşen sahillerinle,
Ne kadar güzelsin, ne kadar mutlu
Coşkun derelerin, her yanın gülşen,
Artar güzelliğin güneş doğarken.
Yaşarsın kalplerde, sevginle Rize
Meftunuz hep sana ne kadar bilsen
Kazmaz, yazım dünyasına; Rize Vilayet Gazetesinde 6 Ağustos 1931 tarihinde Süleyman imzasıyla yayınlanan Yeşil Rize isimli şiiriyle merhaba diyordu.
Kendisini rahmetle anarken eserlerinin yarınlara taşınması yolunda mücadele edeceğimizin sözünü bir kez daha veriyoruz.
- - - -