Milli Mücadelenin Unutulmaz Deniz Kahramanlığı Alemdar Destanı Ve İkizdereli Ali Dursun Tevetoğlu
Milli Mücadele'nin, kurtuluşun ve cumhuriyetin ilanında Rizeliler, hep ön safta yer almışlardır. Sahte kahramanların sözlerinin aksine kurtuluşa ulaşmak için verilen ibret dolu yaşanmışlıklar ve kahramanlar vardır. İşte bu kahramanlardan biri de Rize İkizdereli (Ayrıca Sanatçı Tarkan’ın da aile büyüklerinden) Ali Dursun Tevetoğlu’dur. Doktor, Yazar, Eski Milletvekili Fethi Tevetoğlu Kasım 1973 tarihli Hayat Tarih Dergisinde Babası Ali Dursun Tevetoğlu ile bütünleşen Alemdar Destanını kaleme almıştı. Tamamen kendi hatıralarından alınarak Milli Mücadelenin Bir Deniz Kahramanlığı Alemdar Destanı isimli yazıyı sizlerle paylaşıyorum.
İstiklal Savaşımızın deniz cephesinde küçük «Alemdar» gemisinin yazdığı büyük destan, kahramanlık tarihimizin altın yaprakları arasındadır. Bugüne kadar Alemdar destanı hakkında yapılan resmî ve hususî neşriyat noksan, yanlış ve hatta bazı yerlerinde tahrif edilmiş bulunduğundan gerçeğe uyan tam bir metnini vererek ve İstiklâl Savaşı tarihimizin bu köşesini aydınlatarak vazifemi tamamlamaya çalışıyorum.
Yurdun, dört bir bucağında «Müdafaa-i Hukuk» cemiyetleri teşekkül ediyor, kongreler, mitingler yapılıyordu. Başta Ferid Paşa Hükûmeti olduğu halde, iç düşmanların iğrenç vatan hainlikleri bize bir an önce Anadolu'ya geçmek ve oralarda kurulduğunu duyduğumuz milli teşekküllerde vazife almak lüzumunu duyuruyordu. Bahriye Nezareti Erkân-ı Harbiye şubesi tarafından on beş günde bir yoklama yapılarak, Anadolu'ya kaçan subaylar tespit edilip hükümete bildiriliyordu. Buna rağmen, on beş günlük bir fâsılada, arkadaşım deniz yüzbaşısı Hasan Settar (Tatar Hasan)'la birlikte, kılık değiştirerek, ticaret maksadıyla kendimize alıcı ve satıcı müşteriler aramak üzere, İstanbul'dan Rize'ye kadar bir seyahat yaptık. Her kasabadaki milli kaynaşmanın ve kümelenmenin mahiyeti hakkında bilgi ediniyor, insanlara milli ruhu anlatıyorduk. Her tarafta bazı korkak, ümitsiz Bâbıâli mensuplarına, yerli azınlık veya gayri Türklere rastlıyorduk ki bunlar milli kümelenmelere mani olmaya çalışıyorlardı. Hele Trabzon, Giresun ve Samsun'daki Pontuscu Rumlar'ın, Taşnakçı Ermeniler'in her milli kaynaşmaya karşı durmak, her milli kümeyi boğmak için çalışıyorlardı.
Zonguldak'ta Müdafaa-i Hukuk reisi bulunan Müftü Efendi ve Jandarma Bölük Komutanı Ziya Bey ile görüşüp anlaşarak, fevkalâde ihtiyaç görülen silâh ve cephanenin İstanbul'dan tedarikini kararlaştırdık. İstanbul'a gelerek bu mevzudaki faaliyetimize, Bartın ve Zonguldak'a silâh ve cephane nakline başladık. Son seferi, 5 ağustos 1920 günü Sirkeci rıhtımından kalkacak olan, Beylerbeyi’nden Hacı Kaptan'ın süvari bulunduğu Altay vapuru ile yapacaktım. İstanbul işgal altında bulunuyordu. Buna rağmen, büyük bir yekûn tutan mühimmatı vapura sokabildim. Yeğenim Kibaroğlu Zihni'yi orada muvakkaten nöbetçi bıraktım. Yol kumanyası tedarik etmek için rıhtıma indim. Geri döndüğümde, (Ferid Paşa Hükümeti) hafiyeleri tarafından yapılan jurnal üzerine, kamaramı Fransız polisin bastığını öğrendim. Evvelce Ertuğrul yatında neferim olan Sandalcı Rizeli Rıza bu haberi ve arkadaşım Rizeli Sofuoğlu Bekir Efendi'yi tevkif edip götürdüklerini bildirince, derhal oradan uzaklaştım.
Ben bu vakadan sonra artık İstanbul' da hiç bir suretle kalamayacağımı anladım. Sofuoğlu Bekir Efendi, Kumkapı Fransız tevkifhanesine götürülüp hapse atılmıştı. Benim de Beşiktaş'daki evim sık sık aranıyor ve refikam Hafize Zehra Hanım kucağında kundak olduğu halde ifadesi alınmak üzere işgal kuvvetleri karakollarına sürüklenip duruyordu. Altay Vapuru vakasından bir hafta sonra, 12 ağustos 1920'de, İtalyan bandıralı Artinya Vapuru ile Zonguldak'a kaçtım. Zonguldak'ta o tarihte Liman reisi bulunan Deniz Yarbayı Beykozlu Alyanak Ali Bey'e müracaat ederek vazife istedim. Mesleğimizle ilgili bir vazife bulunmadığından, yeni kurulan Ayın-Pe (Askerî Polis) teşkilatına memur edildim. Fransızlar Zonguldak'ta olduğumu öğrenmişler ve vazife gördüğümüz Belediye binasını basmışlardı. Burada da yakalanmadan Ereğli (Ayın-Pe) Müdürlüğüne iltihak ettim ve eşimi, dört oğlumla birlikte (Fehmi, Zeki, Fethi, Subhi Tevetoğlu) kaçırtarak Ereğli'ye getirttim. Millî bütünlük ve mukavemetin tam mânisiyle teşekkül ettiği ve düşmana karşı birçok büyük muharebelere girişilen bu hummalı günlerde, silâh ve cephane ihtiyacı ve bunları nakletmenin lüzum ve değeri büsbütün artmış bulunuyordu. Son olarak İstanbul'dan muhtelif cins büyük ve küçük vasıtalarla kaçırılan silah ve cephane, ihtiyacı karşılamıyordu. 450 sandık piyade mermisi, Rizeli Kara Yahya Reis motoruyla İstanbul'dan kaçırılıp Ereğli'ye getirilmişti. Aynı motorla bu cephaneyi Akçaşehir'e getirdim. Orada İskele Kumandanı bulunan Binbaşı Arslan Nuri Bey'in temin ettiği vâsıtalardan da yararlanarak Düzce - Bolu üzerinden Ankara'ya bizzat getirdim ve Müdâfaa-i Millîye'ye teslim ettim. Tekrar Ereğli'ye döndüm.
1920 yılı ocak ayının son günlerinde, Cesur ve vatansever gemi mürettebatı Alemdar Tahlisiye Gemisi’ni Karadeniz'e kaçırmak ve Millî Hükûmet emrinde çalışmak kararı verilmişti. 23 Ocak 1921 gecesi saat 12'de dokuz kahraman Türk denizcisi, kaptanlarının gemide olmayışlarından da faydalanarak Alemdar'a gürültüsüzce demir aldırmışlar ve İşgal Kuvvetleri Donanmasının Boğaziçi sularında tesis ettiği karakol hatlarını yararak, gemiyi Karadeniz'e çıkarmaya muvaffak olmuşlardı.
24 Ocak 1921 sabahı deniz fırtınalı idi. Sabahın erken saatlerinde, Ereğli limanı Çoban Çeşmesi mevkiine Alemdar gemisinin gelmiş olduğunu gördük. O gün, geminin bu kadar ecnebî donanması içinden sıyrılarak kaçtığı haberi İstanbul'da duyulunca, her tarafta fevkalâde bir heyecan uyandırmış, bu büyük teşebbüs ve cürete önce kimse inanmamıştı. Bilâhare hakikat tamamen anlaşılınca, İstanbul hükümetince ve işgal kuvvetlerince harekete geçilmiş.
Alemdar'ın Süvariliğine o zaman Ereğli Karantina Memuru bulunan sivil kaptan İsmail Bey (meslekdaşlar arasındaki adı ile Arnavud İsmail Hakkı), İkinci Kaptanlığa ben (Ereğli Ayın-Pe teşkilatından Güverte Üsteğmeni Rizeli Tevetoğlu Ali Dursun (meslektaşları arasındaki lâkabı ile Cin Ali Kaptan), Çarkçıbaşı olarak Kıdemli Yüzbaşı Beykozlu Adil Bey, ikinci çarkçılığa gemiyi kaçıranlardan Hikmet Efendi tayin edilmiş ve noksan tayfalar Liman Reisi Kıdemli Dz. Yüzbaşısı Nazmi Bey tarafından ikmal olunarak geminin mürettebatı 21 kişiye çıkarılmıştı. 26-27 Ocak gecesi o sıralarda limanda bulunan bir yelkenli gemiden Alemdar'a 80 ton kömür aldık. 27 Ocak 1921 salı gecesi sabaha iki saat kala Ereğli limanından Trabzon'a gitmek üzere Sinop'a hareket ettik.
Alemdar limandan hareket edip Bababurnu'nu döndüğü zaman, birdenbire projektör yakan Fransız hücumbotunu karşımızda bulduk. Süratle bordamıza yaklaştı. İçerisinde bulunan, Zonguldak'tan aldıkları Ermeni tercüman vasıtasıyla bize seslendiler: “Nereye gidiyorsunuz? Durunuz! “ denilince “Amasra limanında batan Şahin vapurunu çıkarmaya gidiyoruz” dedik. Hayır, siz İstanbul'dan kaçtınız, biz sizi takip ediyoruz, durunuz! Sahilin yüksek, kayalık bir arazi bulunuşundan ötürü, gemiyi birdenbire karaya oturtmak çok tehlikeli idi. Bu sebeple sahile bindiremedik. Bütün gemi içinde yalnız bende bir snayder tabanca ve çarkçıbaşı Adil Bey- de küçük bir otomatik vardı. Hücumbot projektörünü gemimize tuttu ve nordanfilini bize çevirerek tekrar «dur» emri verince stop etmeye mecbur kaldık. C-27 Alemdar'a yaklaşarak iki Fransız neferi güverteye çıkarıldı. Bu iki silahlı nefer kaptan köprüsüne dikildi ve doğru Zonguldak limanına yol almamız emredildi. C-27 dümen suyumuzda bizi daimi surette ışığı altında tutarak takip ediyordu. Sabah erkenden Zonguldak'a vardık ve mendirek dışında demirledik. Dışarıdan Fransız subay ve erleri Alemdar'a gelip sıkı bir araştırma yaptılar. Mevcut iki tabancamızı da saklamış olduğumuzdan, hiçbir silâh bulamadılar. Evvelki Fransız neferi de dâhil, hepsi gemiyi terk ettiler. Bu fırsatta açığımızdan geçen sandallarla liman reisine ve hükûmete haber yollamaya çalıştıysak da Fransızlar tarafından daimî tarassut altında bulunduğumuzdan, her temas teşebbüsümüz yarım kaldı.
BU YOL ÖLÜM YOLU
Fransız yüzbaşısı M. Tilli, beş muhafız neferiyle Alemdar'a bindi ve İstanbul'a hareketimizi emretti. Zaten istim üzerine idik. Bir taraftan da vira demir ederek İstanbul'a yollandık. Bizim için bu yol ölüm yolu idi. Sahile yakın bulunmak, âdeta bize kurtuluş ümit ve fırsatı veriyordu. Durumumuzdan kuşkulanan M. Tilli, Kozlu açıklarında kaptan köprüsüne geldi. Sahilden açılmamızı ve daha açıktan gitmemizi emretti. Gemiyi biraz daha sancağa alarak seyrimize açıktan devam ettik. Türk gemisini zapt etmenin gururu ile Fransız erleri Alemdar'ın içinde şen şakrak dolaşırken, ben Çarkçıbaşı Adil Bey' in yanına indim. Akıbetimizin ne olacağını, kendimizi ve arkadaşlarımızı bu durumdan nasıl kurtarabileceğimizi düşünüp, kararlaştırmamızı teklif ettim. Altay vapurunda silâh ve cephanelerim yakalanınca, arkadaşım diye tutulan Sofuoğlu Bekir Efendi tevkif edilmiş ve mahkemenin devamı müddetince beş ay mevkuf kalmış, neticede Fransız donanma dîvân-ı harbi onun tahliyesine, benim de 6,5 yıl hapsime gıyabımda hüküm vermişti. Çarkçıbaşı Adil Bey de, birçok Türk general ve subaylarının Anadolu'ya kaçmalarına yardım ettiği için, Ferid Paşa hükûmeti tarafından mahkûm bulunuyordu. Esasen yurt ve millet için çok daha önce mücadeleye, ölüme atılmıştık. Bu- günkü durum büsbütün kanımıza dokunuyordu. Bu altı Fransız'ı tepelemek lâzımdı. Biz bu kararları alırken, gayet açıktan bordalamış olduğumuz, Ereğli limanını geçmek üzere bulunuyorduk. Aile ve çocuklarımız uzaktan Alemdar'ın dumanını gördükçe bizim sürgüne ve ölüme doğru yol aldığımızı düşünerek tam bir ümitsizliğe ve teessüre kapılıyorlardı. Ben ve Adil Bey, mürettebatı gizlice makine dairesine toplayarak geminin İstanbul'dan buraya ne emelle kaçırıldığını ve hepimizin hangi büyük gaye uğruna mücadeleye atıldığımızı ve milli hükûmetimiz tarafından nasıl vazifelendirildiğimizi hatırlattık. İçlerinde, geminin ilk kaçırılmasını temin etmiş kahramanların da bulunduğu bu cesur ve yiğit arkadaşlarımız, 21 Türk, 6 Fransıza esir olamaz sözümüzden büsbütün coştular. Bu Fransızları anı bir hamle ile bastırarak silâhlarını alıp Ereğli'ye dönmek kararımıza memnunlukla coştular. Bizim silâhsız ve onların hepsinin silahlı olduğu ve bu hareketimizin bize pek pahalıya mal olabileceğini düşünmemizi hatırlattı. Bilâhare bizim silâhsız da olsak üç, dört Türk'e bir Fransız düşüyor. Birdenbire, üzerlerine çullanırsak onların silahlarının ne tesiri kalır ki diye kendisini iknaımız ve Âdil Bey'in otomatik tabancasını ona vermemiz üzerine kararımıza uyarak kaptan köprüsüne döndü.
Adil Bey'le tekrar makine dairesine indik ve her arkadaşın vazifesini tespit ettik. Süvari, geminin seyrini temin edecekti. Çarkçıbaşı Adil Bey üç tayfa ile hesap kamarasında oturmakta olan M. Tilli'yi yakalayacaklar. Ben de yanıma seçtiğim tayfalarla beş Fransız neferini anı bir hamle ile bastırarak bağlayacak ve silâhlarından tecrit edecektik. Hepimiz iş başına geçmek üzere dağıldık. M. Tilli, hesap kamarasında yalnızdı. Ben, yanımdaki tayfalarla güvertedeki üç Fransız erine iyice sokulduğumuz bir sırada: Tamam! diye bağırdım. Bu parolamız üzerine herkes vazife taksimimize göre, kartal gibi düşmanın üzerine çullandık. Silahlarına davranmaya fırsat bırakmadan kısa bir mücadeleden sonra hazırladığımız iplerle Fransızlar'ın ellerini arkalarına bağladık. Güvertedeki üç eri de aşağı indirerek, beş Fransız erini, zabitan kamarasına hapsettik ve kapılarına bir süngülü nöbetçi bıraktık. Âdil Bey de üç tayfa ile M. Tilli'nin bulunduğu hesap kamarasına girince, roman okumakta olan Fransız yüzbaşısı durumun nezaketini kavramış olacak ki hemen masa üzerindeki tabancasına sarılmaya gayret etti. Adil Bey'in yiğitçe birden atılışı onu bir eliyle bileğinden tutup, diğer eliyle boğazından yakalayışı buna mani olmuş ve diğer üç tayfanın da müdahalesi ile M. Tilli de silâhtan tecrit edilmiş ve onun da kapısına bir süngülü dikilmişti. Süratle cereyan eden bu başarıdan sonra, biz iki tabancamızdan başka, 45 fişek ile iki Fransız mavzerine ve altı tabancaya sahip olmuştuk. Şimdi her türlü mücadeleye hazırdık. Köprüde bulunan süvariye vazifemizin bittiğini haber verdik. O da gemiyi Ereğli'ye müteveccihen geri döndürdü. Fakat tehlike geçmemişti. Bizi takım eden hücumbot baş tarafımıza doğru ateş ediyordu. Hücumbotu ise, birdenbire tarafımızdan, hiç beklemediği pek şiddetli bir yaylım ateşi baskınına uğradı. Müsadere ettiğimiz iki tüfekten birine sarılmış bulunan kahraman Çarkçıbaşı Adil, kamara lumbuzundan, nordanfilin başında bulunan Fransız subayına ateş açtı. Fransız subayının birdenbire güverteye serildiğini gördük. Diğer tüfeği de Ereğlili Hasan Çavuş kullanmakta idi. Bu anı ateş darbesi ve subaylarının vurulması üzerine Fransız hücumbotu altüst oldu. Siperliksiz topların başında tutunamayan ve toplarını ateşleyemeyen Fransızlar, Alemdar'dan biraz daha uzaklaşmak zorunda kaldılar. Uzaktan, kâh sancak, kâh iskele tarafımızdan, mevcut bütün silahlarıyla bize yeniden ateşe devam ettiler. Biz de elimizdeki iki tüfek ve kırk beş fişekle düşmanın canlı hedeflerine tam isabet temin için gayret ediyorduk. Hücumbotu Alemdar'ın limana girmesine ve baştankara etmesine mani olmak maksadıyla kıyı ile gemi arasına girdi. Fakat bu manevrada da muvaffak olamıyordu. Böylece iki buçuk saat üstün bir düşman kuvvetiyle çarpışa çarpışa Ereğli limanına yaklaşıyorduk.
Mürettebatımızdan üç arkadaş hafif yaralandı ve maalesef Serdümen Rizeli Recep Reis, köprü üzerinde vazife başında şehit düştü. Fransızlar en çok kaptan köprüsüne ateş ediyorlardı. Serdümenlerden birinin şehit düşmesi ve diğerlerinin yaralanması üzerine çok yorulmuş bulunan Süvari bana: Recep Dayı şehit oldu. Ben de yoruldum. Senden başka dümen tutacak kimse kalmadı diye seslenince, hemen kaptan köprüsüne çıkarak dümenin başına geçtim. Limana girerek gemiyi iyice Çobançeşmesi önüne soktuk. Harp ede ede limana yaklaştığımızı heyecanla takip eden yediden yetmişe kadar bütün Ereğliler, aile efradımız, Ereğli'de bulunan milli kuvvetler ve çeteler kıyıda sabırsızlıkla kaynaşıyorlardı. Birdenbire Ereğli limanı ve Bababurnu kıyılarında mevzilenen bu silahlı ahali ve çetelerin, henüz kurşun menzili dışında bulunduğumuz halde hücumbotuna ateş açtıklarını müşahede ettik. Dümen dolabı başında gemiyi limana kadar sokmaya gayret ederken üst güvertede yatan, ölüsü henüz soğumamış kahraman şehit Rizeli Recep Dayı'yı düşünüyor, hiç silâhımız bulunmadığını bilen sahildeki yakınlarımızın, hemen ekserimizin bu ulu rütbeye ulaştığımızı umduklarını hissediyordum.
Başta Liman reisi Nazmi Bey olduğu halde ahaliden ve aile efradımızdan birçok kimseler sandallarla Alemdar'a geldiler. Şehit ve yaralılarımız, esir ettiğimiz Fransız yüzbaşısı M. Tilli ve beş Fransız eri hazin ve coşkun tezahüratla çıkarıldılar. C-27 hücumbotu da, biz karaya çıkıncaya kadar, arızasını tamir etmiş veya artık bizim ateş açamayacağımızı sanmış olacak ki, yeniden bir hamle yapmak üzere tekrar Alemdar'ın yanına doğru yaklaşmıştı. Daha evvel Bababurnu'na gelip mevzilenmiş ve hücumbotuna ateş açmış olan milli kuvvetler, başlarında Ereğlili Halil Ağa, Rizeli Tatoğlu Ömer Ağa ve yeğeni Tatoğlu Halim olduğu halde maiyetleri çetelerden ve bir yıl önce maden meselesinden Fransızlar'ın Ereğli'ye asker çıkarıp ocakları işgal etmesi üzerine silahlanmalarına müsaade olunmuş yerli Ereğli ahalisinden ibaretti.Hücumbotu, son defa Alemdar'a 50 metre kadar yaklaşınca 200'den fazla olan bu kuvvetler 400 metre mesafeden, yeniden çok şiddetli bir yaylım ateş açtılar. Bu sırada hücumbotunun da sahili makinalı tüfek ateşine tuttuğu ve nordanfiliyle Ereğli hastanesini bombardıman ettiği görüldü. Fransızlar, hastanenin kırılan iki camından başka hiç bir zayiat verdiremediler. Düşman, Türkler'in karadan da yaptığı şiddetli ateşe karşı koyamayacağını anlayınca, süratle tornistan etti ve çok açıktan Zonguldak'a doğru yollandı.
VAKA ANKARA’DA BÜYÜK SEVİNÇ UYANDIRDI
İnsanca, silâh ve surat olarak bizden çok Üstün olan bu düşman kuvvetine karşı yine onlardan cesaret ve fedakârlığımızla ele geçirdiğimiz iki silâh ve birkaç tabanca ile, açık bir denizde, güpegündüz kazandığımız bu parlak zafer, Türk ruhunda, Türk kanında mevcut, fevkalâde anlarda tezahür eden ezelî kuvvetin yeni bir mucizesiydi. Liman reisinin Ankara'dan aldığı emir üzerine o gece Alemdar'ın bütün eşyasını boşalttık. Gemiyi de baştan çifte demir ve kıçtan çifte palamarla iyice demirleyerek ve sintine valflarını açarak küpeşteye kadar denize batırdık. Esir yüzbaşı M. Tilli ile beş Fransız erini de jandarmalarımız nezaretinde Devrek kazasına gönderdik. Vak'a, Ankara'da uyandırdığı sevinç, İstanbul'da hâsıl ettiği hayret kadar, Fransız bahriyesi için pek büyük bir yüz- karası idi.
28 Ocak 1921 sabahı, Sakarya'da bulunan Rizeli İpsiz Recep Reis'in idaresindeki milli kuvvetlere katılmak üzere, Kaya Faik Kaptan'ın süvari bulunduğu Ümit vapuru ile gelen Rizeli Tuzcuoğlu Halit, Ekşioğlu Mehmet, Keçelioğlu Hafız Muharrem maiyetindeki çeteleri karaya çıkarıyorduk. Akçaşehir açıklarından, üç harp gemisinden mürekkep bir Fransız filosunun Ereğli'ye gelmekte olduğunu gör- dük. Gelen milli kuvvetlerimizin sonunu da sandallara alarak karaya çıktık ve Ümit vapuru hemen vira demir ederek İstanbul istikametinde yollandı. Sürat azaltarak Ereğli limanına gelen Fransız filosu, Yunan bandıralı Dafni vapurunu takıp götürdükleri gibi, Alemdar vapurunu da götürmek niyetinde idi. Geminin batmış bir halde olduğunu gördüler. Torpitolardan biri Ereğli limanı açığına demirlendi. Diğer torpito ile kruvazör Zonguldak istikametine gittiler. Zonguldak mutasarrıflığına ası korsanların tecziyesi, esirlerin iadesi ve Alemdar'ın teslimi gibi birkaç maddelik bir nota vererek aksi halde karaya asker çıkaracaklarını bildirdiler. Bu haksız isteklere hükümetimizin ret cevabı vermesi üzerine kasaba ve Alemdar bombardıman ve çıkarma tehlikesine uğrayabilirdi. Ereğli ve civarında mevziler hazırlandı ve her türlü mukavemet tedbirleri alındı. Ankara ile de daimî irtibat hâlinde idik. Ereğli hükümet dairesi, muvakkaten, iki saat gerideki Koca Ali köyüne çekildi. Kasaba da, eli silah tutanlarla tahliye edildi. 28-29 Ocak gecesi muhrip sabaha kadar ışıklarla Ereğli ve civarını aydınlatmış ve tarassut etmişti. Yapılacak büyük bir çıkarmayı kahraman Ereğli'nin kıyısına gömecek şekilde hazırlanmıştık: Silahlı vatansever Ereğliler ve yukarıda zikri geçen Rize' den gelmiş milli kuvvetlerle, Çaycuma' da yüzbaşı Cevad (Cevad Rif'at Atilhan) idaresindeki askerî kuvvetlerimiz birleştirilerek yapılan müdafaa teşkilatı bir hafta bekledi. Bu teşkilatın başında Yüzbaşı sağır Murad, (Ayın-Pe) müdürü Yüzbaşı Sarıyerli Ziya, Rizeli ipsiz Recep Reis' in kuvvetleri başında bulunan Deniz Yüzbaşısı Tatoğlu Hamdi Beyler vardı.
Hafta sonunda Fransız notasının son saati geldi. Hepimiz mevzilerde, ellerimiz tetikte Fransızlar'ın hat ve hareketlerini beklerken meselenin barış yoluyla tesviye edildiği Zonguldak'tan bildirildi. 2-3 Şubat gecesi Ereğli önündeki muhrip ışıldağını bir defa yakmış ve bu onun son ışığı olmuştu. Fransızlar'ın savurdukları tehdit, yaptıkları silahlı gösteriler kurusıkıdan ileri gidememiş, şereflerini iade ettirecek hiçbir netice temin edememişti. Notasına ret cevabı aldığı takdirde Ereğli ve civarını bombardıman edeceğini bildiren amiral de, diğer astlarının akıbetine uğramıştı. Alemdar'ın Türk denizcilik tarihini süsleyen bu kahramanlığı, siyasî alanda da millî Türk devleti için yüksek manili bir başarı teşkil etmişti. Zira bu siyasî anlaşma, milli Türk devletini Fransızların fiilen ve resmen ilk defa olarak tanımış bulunmaları demekti. Fransız muhribi de bu siyasî mağlubiyetten sonra ters yüz oldu ve çekilip gitti. Esirleri Devrek'ten getirilerek Zonguldak'tan gelen bir motorla ve yine jandarmalarımız nezaretinde Zonguldak'a gönderdik. Kahraman Alemdar'ı derhal yüzdürdük. Gemi Trabzon Nakliyat- Bahriye Kumandanlığı emrine girdi. Savaşın sonuna kadar, Rusya limanlarından taşıdığı birçok mühimmat ve cephane ile, Pontuscu Rumlar'ın motorlarla kaçmaları sırasında yaptığı parlak mücadelelerle şeref ve övünçle dolu daha birçok önemli vazifeler başardı ve zaferimizin tahakkukunda önemli bir yardımcı oldu.
Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) atası olan Teşkilatı Mahsusa'nın neferlerinden Süvari Üsteğmen Ali Dursun Tevetoğlu Kaptan kaptanı, Milli Mücadeleye yürek koyan baş koyan şehitlerimizi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmetle anıyorum… Kurtuluş vardır. Kurtuluş Milli Mücadelenin tamamıdır. Kurtuluş Cumhuriyet’ti, Atatürk’tür. Milli Mücadele’yi, Cumhuriyet’i ve Atatürk’ü hatırlattığı için kurtuluştan rahatsız olanlar amaçlarına hiçbir zaman ulaşamayacaktır. Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti..