Çocuklar Okulu Neden Sevmiyor?

Eğitimde Eğlenceyi ve Anlamı Kaybettik mi? Çocuklar doğuştan meraklıdır. Bir bebeği izleyin, çevresindeki dünyayı keşfetmek için nasıl da çabalıyor!

Abone Ol

Peki, bu doğal öğrenme isteği okula başladıklarında neden giderek azalıyor? Çünkü eğitim sistemimiz çocukları meraktan öğrenmeye değil, mecburiyetten öğrenmeye zorluyor.

Ezberci müfredat, tek tip öğretim yöntemi, sınav odaklı bir sistem… Tüm bunlar çocukların keşfetme arzusunu köreltiyor. Oysa eğitim, bilgiyi aktarmaktan çok, öğrenmeyi sevdirmek üzerine kurulu olmalı.

Geçenlerde Rize Atatürk Caddesi’nde yürürken eski dostum Hüseyin Avni Bey’e rastladım. Yanında üç yaşındaki yeğeni Zeynep Azra vardı. Dünya tatlısı bir çocuk… Eğildim, elimi uzattım, hâlini hatırını sordum. Bir süre göz göze geldik. Sonra aniden sordu:

— Eyfel Kulesi’nde kaç ton demir var?

O an duraksadım. Üç yaşında bir çocuk bana böyle bir soru soruyordu ve üstelik cevabı da hazırdı:

— Sence?

— Tartmadım ki, dedi.

Hüseyin Avni'ye döndüm. “Bu afacan okuma yazma biliyor mu?” diye sordum. Güldü. “Kapı zillerinden öğrendi,” dedi.

Sonra Zeynep Azra'ya sordum:

— Okula gitmek ister misin?

— Hayır.

— Neden?

— Çünkü ablam Fatma Yaren sevmiyor.

— Ablan neden sevmiyor?

— Çok sıkılıyormuş. Okul hiç eğlenceli değilmiş.

Bir çocuğun eğitime dair ilk fikrinin “sıkıcı” olması bizi düşündürmeli. Çocuklar neden okulu sevmiyor?

Her eğitimci bilir ki çocuklar tatilleri dört gözle bekler. Kar tatili, ara tatil, yaz tatili… Okuldan kaçış anları onlar için bayram gibidir. Oysa eğitim yuvaları, bilginin keşfedildiği, arkadaşlıkların kurulduğu, hayallerin filizlendiği yerler olmalıydı. Ancak bugün ders zilinin çaldığı an yüzler asılıyor, teneffüs zilinde ise yüzler gülüyor.

Bu çelişkinin sebebi ne? Eğitim sistemimizde çocukları cezbeden, onları merak duygusuyla besleyen ne var?

Pandemi Bize Ne Öğretti?

Okulsuz bir toplum olabilir mi? Pandemi döneminde gördük ki okul sadece bir müfredat aktarma merkezi değil. Çocukların sosyalleştiği, oyun oynadığı, hayatı öğrendiği bir alan. Ancak şu da açık ki okula dönmek için yanıp tutuşan çocuk sayısı, tatil uzadığı için üzülen çocuk sayısından çok daha azdı.

Bu, eğitimciler olarak bize bir mesaj veriyor: Eğitim sistemimiz çocukları içine çekmiyor. Okul, çocukların gelmek için can attığı bir yer olmalı. Peki, bunu nasıl başarabiliriz?

Araştırmalar gösteriyor ki çocuklar en hızlı 0-3 yaş arasında öğreniyor. Beyin gelişimlerinin %95’i bu dönemde tamamlanıyor. Ancak biz eğitim sistemimizi bu süreci göz ardı ederek tasarlıyoruz. Bu yaş grubundaki çocuklar için eğitimde fırsat eşitliği yaratamazsak, ilerleyen yıllarda telafisi mümkün olmayan kayıplar yaşanıyor.

Eğitim, zorunlu okul çağında başlamıyor; çok daha önce, erken çocukluk döneminde başlıyor. Ancak biz bu kritik süreci kaçırıyoruz ve eğitimde fırsat eşitliğini tam da bu noktada kaybediyoruz.

Eğitimi Çocuklar İçin Daha Cazip Hâle Getirmek Mümkün mü?

Evet, mümkün! Ancak bu sadece öğretmenlerin ya da müfredatın değişmesiyle olmaz. Aileler, eğitimciler ve politika yapıcılar ortak bir vizyon geliştirmedikçe sistemde kalıcı bir değişim sağlanamaz.

Örneğin:

Öğretmenler için yaratıcı eğitim teknikleri teşvik edilmeli. Ders anlatımının tek düze olmaması için sınıflarda farklı öğrenme yöntemleri kullanılmalı.

Oyun temelli ve deneyimsel öğrenme yaygınlaştırılmalı. Çocukların doğasında keşfetme ve oyun oynama isteği var; bu eğitim süreçlerine entegre edilmeli.

Aileler eğitimin içine dâhil edilmeli. Eğitim sadece okulda olmaz; ebeveynlerin de çocuklarının öğrenme sürecine aktif katılım sağlaması gerekiyor.

Esnek müfredat seçenekleri sunulmalı. Çocukların ilgi alanlarına göre öğrenme deneyimleri çeşitlendirilerek kişiselleştirilmiş bir eğitim sağlanmalı.


Eğitimde dönüşüm şart. Çocukların okula severek gelmesini sağlamak, sadece onların değil, toplumun geleceği için de en büyük yatırımlardan biri olacak.

Ve daha da önemlisi, çocukların doğal merakını törpüleyen, onları “sıkıcı” bir sistemin içine hapseden eğitim anlayışıyla devam edersek, geleceğin Zeynep’leri de ablasının yolundan gidecek. Okul denilince akıllarına “zorunlu görev” gelen nesiller yetiştirmeye devam edeceğiz.

Çözüm Ne?

1. Ezberci değil, keşfetmeye dayalı eğitim: Çocuklar soru sormaktan korkmamalı. Onları soru sormaya teşvik etmeyen bir sistem, merakı öldürür.


2. Sıkıcı değil, eğlenceli öğrenme: Ders kitapları kadar deney, oyun ve sanat da müfredata girmeli.


3. Zorunluluk değil, ilgi odaklı eğitim: Çocukların ilgi alanlarına göre esnek müfredatlar oluşturulmalı.


4. Aile-öğretmen iş birliği: Çocukların evde öğrendikleriyle okulda öğrendikleri arasında bir denge kurulmalı.

Eğitim, çocukların sevdiği, heyecan duyduğu bir deneyim olmalı. Çünkü bir çocuğun gözündeki ışığı söndürdüğünüzde, sadece onun değil, toplumun geleceğini de karartırsınız.

Şimdi, eğitimciler olarak kendimize şu soruyu sormalıyız: Okulu çocuklar için gerçekten çekici hâle getirmek için ne yapıyoruz?

Belki de cevabı, Eyfel Kulesi’nin kaç ton demir olduğunu merak eden o üç yaşındaki çocuğun gözlerinde bulabiliriz.